29 Eylül 2016 Perşembe

Bir Kadın, Bin Kadın

İçimdeki kadınlar toplandılar.. Karşılıklı sohbet etmek için.. Hepsi birbirinden farklı ve bir o kadar da aynılar.. Sıkça kavga ediyorlar birbirleriyle,herkes birbirine kızıyor,bağırıp çağırıyor ama sonra hiçbir şey olmamış gibi sarılıp barışıyorlar..


Biri kocaman bir aynanın önünde olmasına rağmen kendini göremiyor, kendini kaybetmiş, eline ne geçtiyse yakıyor ve yakmaya devam etmek istiyor.

Bir diğeri kuruyan bir ağacın dibinde, önünde ki büyük taşlara rağmen önüne değil de gökyüzüne bakıyor, umut etmekten vazgeçmiyor, gökyüzünde gördüğü uzaktaki o balona binip hiç bilmediği yerlere gittiğini hayal ediyor.

Başka bir kadınım Pisa Kulesi'ni gördüğü anı hatırlıyor. Eğer gerçekte eğik olan birşeyi düz görmek istiyorsak onu zıt yönünde eğik birşeyin içine koyarsak düz mü görürüz ?  Oysa neden bu uğraşımız? neden olduğu gibi görmek yerine istediğimiz gibi görmeye çalışıyoruz ki ?

Bir başka kadınım ise dışarıdan görkemli duran, mavi gökyüzünü görebileceği, geniş pencerelere sahip, içinde yarısının göründüğü yeşil bir adam olan odaya dikmiş gözünü bakıyor. Önce o odaya girecek cesareti bulamıyor adamın görünmeyen kısmı onu hayal kırıklığına uğratırsa diye sadece dışardan bakmakla yetiniyor. Ama adam öyle cazibeli ki ne yapıp edip kadınımı içine çekmeyi başarıyor. Oysa kadınımın girdiğine değmemiş görünmeyen kısımda sadece dikenleri batınca kanatan kuru dallar varmış.

Bir diğer kadınım ise karada nefes alamadığı zamanlar da, suyun altında nefes almayı deniyor ve kendini dalgalı denizlere atmış. İstiyormuş ki hep o tertemiz dünyada kalsın hiç geri dönmesin.

Ve bir başka kadınım yıllarca evinde asılı olan, taşınırken kaybettiği ve aslında unuttuğu en sevdiği resmin bir anda tesadüfen karşısına çıkmasıyla bu yazıyı yazıyor...

Daha binlerce kadınım var tek bir kadının içinde yaşıyor hepsi ama bugün bu kadınlarım misafirliğe geldi.. Ben kapıdan geçireyim kadınlarımı, geç oldu yarın işleri, güçleri var, sabah amazon kadınına dönüşüp işe gitmeleri lazım dimi? Çok güzel, çok keyifli bir akşamdı, iyi ki geldiniz, yine beklerim canlarım öptüm hepinizi..



Eylül Gelme!



Şu Eylül ne zaman gelse geldiği 1.günden itibaren herşeyi tepetaklak eder..

Herşeye rağmen bu sefer umutluydum deneyecektim onu sevmeyi..Ama ruhuma ters ne kadar istesem de sevemedim..Benim Yaşam enerjimi çekiyor Eylül. Oysa ben güneş enerjisi ile çalışanlardanım..

Eylül'e başka anlamlar yüklemeye çalıştım, romantiklik, duygusallık katmaya çalıştım..Sonbahar herşeyi siler,süpürür, yeni başlangıçlar olur dedim, yok olmadı, beceremedim yine de sevmeyi..


Eylül güzün başlangıcıdır ve güz hüzündür, yıkımdır, doğa kederlenir, herşeyin rengi solar, doğa önce sarıya sonra da kahverengiye döner, gökyüzü ise maviden griye döner..

ooh dersin güneş var meğer o da sahtekar çıkar ısıtıyormuş gibi yapar kandırır insanı.. 


Ben İlkbaharı, yazı sevdim.. Ben doğanın yıkımını değil, canlanmasını sevdim..

Birşeyleri yok eden yağmurları, ağaçların dallarını kıran rüzgarları değil, yeni şeylerin doğmasına sebep olan özsuyu olan yağmurları, tatlı tatlı dallara vurup, çiçek kokularını etrafa yayan meltemleri sevdim.. 

Ah be ilkbahar, yaz ne ani oldu gidişiniz..Hiç alışamadım yokluğunuza..

Hoşçakal deniz, leylaklar, karpuz ve dondurma..

Hoşgeldin (!) ıhlamur, şemsiye ve mendil kutusu..


Hadi Eylül bu sefer çok uzun kaldın, bu ne inat bi gitmek bilmedin.. Bi git artık...  


23 Eylül 2016 Cuma

Denizaltına Yolculuk!!!



Şu hayatta en çok neyi seviyorsun deseler hiç düşünmeden denizi derim.  Denizi olmayan bir şehirde büyüdüm bundan dolayı hep denize hasrettim. Çocukken yılda sadece 1 hafta denizi görebilirdim. Bütün bir yıl Ağustos ayının gelmesini beklerdim. Benim için tek önemli olan denize ulaşacağım gündü. Başka hiçbir tarihin önemi yoktu. Bundandır kendimi her fırsatta deniz kenarına atmam. En büyük hayallerimden biri de su altını keşfetmekti. Çok uzun süre buna fırsat bulamadım, hep ertelemek zorunda kaldım.

Ancak sonunda uzun zamandır beklediğim gün gelmişti. Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, ilk defa kalbimin sesini bu kadar yüksek duyuyordum.  Kendimi maviliklere bıraktığım andan itibaren su altının büyüsüne kapılmıştım bile!  İşte tam o an eğitim almaya karar vermiştim. Deneme dalışları ile yetinemezdim. Bu sefer ertelemeden kendimi bir dalış kursunda buldum. Ancak maalesef bazı talihsizlikler yüzünden kursu tamamlayamadım.  Oysa dalış tutkusunu içimde taşıyarak, gerçekleştirmeden, bir kere daldıktan sonra bir daha dalmadan duramazdım.  Bu yüzden kendimle mücadele etmeye devam ettim ve pes etmedim.



Tam da bu esnada işyerimde bir dalış kursu afişi gördüm. Afişte ki numarayı aramadan önce hocanın hakkında biraz araştırma yaptım. Bu adam hakkında konuştuğum herkes “daldıramayacağı kimse yoktur” diyordu. Ve böylece aldığım referanslara güvenerek hemen afişte ki numarayı arayarak Ertunç Evciler ile tanışmış oldum.   

Ertunç Hocam’ın sayesinde defalarca kez sualtına indim. Keşfetmeye çalıştığım yeni dünya hayallerimdekinden bile harikaydı, suyun üstündeki herşey geride kalmıştı. Artık dış dünyanın kirliliğinden, kavgalarından, savaşlarından, yalanlarından çok uzaklardaydım. Yeni dünyam da sadece ben ve su altı dünyasının sakinleri vardı.










Tıpkı aşık olmuş gibi hissediyordum kendimi. Dalış bir anda benim en büyük tutkum, hayatımın bir parçası haline gelmişti. Neydi bu tutkunun sebebi bilemiyordum. Belki de zihnimi arındırabildiğim tek yer sualtı olduğu için bu kadar bağımlı hale gelmiş olabilirim. Suya girmeden birkaç dakika önce teknede dünyanın kirliliklerinden bahsederken, kafamda yüzlerce düşünce varken sualtına indiğim anda bir anda hepsi yok oluveriyordu. Yani sanki zihnim su altında donuyordu. Maviliklerde hem kendimi kaybediyor, hem de kendimi buluyordum. Bilmediğim gizemli bir dünyanın keşfine çıkarken aynı zaman da kendimi de keşfediyordum. Pırıl pırıl berrak bir zihinle başka bir dünyanın içinde buluyordum kendimi. Her dalış içinde ayrı bir heyecan ayrı bir huzur barındırıyordu. Heyecan ve huzuru birkaç dakika aralıklarla yaşayabiliyorum. Sudan çıktıktan sonra gözlerimi her kapattığım da o anlar gözlerimde canlanıyordu ve ben bir daha kavuşacağım günü iple çekiyorum. 

Ve benim sualtı dünyasına dair taşıdığım bütün kaygılarımı, korkularımı silmem de yardımcı olan, yapamam sandığım becerileri rahatlıkla yapmamı sağlayan, ilgisini, desteğini her zaman hissettiren, bol bol fotoğraflarımızı çeken balık adam sevgili hocam Ertunç Evciler’e çok teşekkür ediyorum.  Bu arada haklılarmış gerçekten daldıramayacağı insan yokmuş buna defalarca kez şahit oldum. 

Şimdi gidip dalmam lazım mavilikler beni yine yeniden çağırıyor...